William Harvey, canlı bir balığın kalbini incelediği sırada birdenbire onun bir “pompa” olduğunu kavrayıvermiş.
Frank Lloyd Wright, evleri ve binaları ayrı ayrı yapılar olarak değil, yeryüzünün birer parçası olarak düşünürmüş.
Alfred Wegener, Afrika’nın batı kıyıları ile Güney Amerika’nın doğu kıyılarının örtüştüğünü fark edince, bu iki kıtanın bir zamanlar birleşik olduklarını anlamış.
Man Ray, kadın gövdesini bir çello olarak görürmüş.
Einstein, bir ışına binip uzayda yol alan birinin gözünden dünyanın nasıl göründüğünü merak edermiş.
Sonsuzluk kavramını anlamaya çalışırken, matematikçi David Hilbert gözlerinin önünde, hepsi de dolu olan sonsuz sayıda odası bulunan bir otel canlandırırmış. Sonra da, yeni bir müşterinin gelip oda istediğini hayal edermiş. “Elbette efendim” dermiş resepsiyoncu sonra da kalkıp birinci odadaki müşteriyi ikinciye, ikincidekini üçüncüye, üçüncüdekini dördüncüye ve böylece sonsuza kadar müşterileri bir ötekine yerleştirir ve sonunda da yeni müşteri için boş bir oda bulmuş olurmuş.
Lord Kelvin, gözlüğünde bir ışığın parlamasından esinlenerek ayna galvanometresi fikrini bulmuş.
Freud, bilinçaltının açığa çıkartılması fikrine, iki bölümlü bir resme bakarken ulaşmış. Birincisinde küçük bir kız elindeki değnekle bir kuzu sürüsünü güdüyormuş; ikincisinde ise, küçük kız büyüyüp mürebbiye olmuş, birkaç kadını güneş şemsiyesiyle yönetiyormuş.
Niels Bohr, akıl gözüyle, bir atomun güneş sistemimize benzediğini hayal edermiş.
Newton, Ay’ın tıpkı bir elma gibi hareket ettiğini düşlemiş; o da tıpkı elma gibi “düşüyor”muş.