Danışanımın bana anlattığı endişesi esasında günümüz dünyasında hepimizin paylaşabileceği ortak bir gerçeklik. Günümüz dünyasında popüler kültür; toplum, yaş, cinsiyet farkı gözetmeksizin bütün bir insanlığı etkiliyor ve hatta şekillendiriyor. İnsanlar özellikle gençler her geçen gün etrafları daha bir popüler kültür ürünleriyle sarılmış bir halde buluyorlar kendilerini ve her geçen gün daha bir uzaklaşıyorlar kendi tarihlerinden, kültürlerinden, değerlerinden. Hiç şüphesiz popüler kültürün etkisine direnmek çok zor, akıntıya kürek çekmek gibi. Ancak teslim olmanın sonucu bizi götüreceği yerde olmak daha da zor. Bunu söylerken yaşadığımız çağın getirdiği olumlu yenilikleri popüler kültürün içine dâhil etmiyorum. Popüler kültürden kastım haz ve zevkin merkeze alındığı, bireylerin köksüzleştirilip tek başlarına ama grup halinde aynı filmleri seyredip aynı şarkıları dinledikleri, aynı markaları giyinip aynı kalıp cümleleri fikir olarak benimsedikleri ve aslında farklı olmak adına birbirlerinin aynı oldukları bir yaşam tarzına büründürülmeleri, bir kaybolma yaşamalarıdır.
Danışanımın önemli bir avantajı var: genç yaşına rağmen ciddi bir farkındalığa sahip ki bu farkındalık söz konusu kaybolmanın yaşanmaması için olmazsa olmaz ilk şarttır. Yani bahçenizdeki hazineyi kaybetmemek onu koruyabilmek için ilk şart nasıl o hazinenin farkına varmak ve değerini bilmekse aynı şekilde kişinin kendini kaybetmemesi için ilk şart kendisinin ve kendisini kendisi yapan değerlerin farkına varmak ve kendi değerlerinin değerini bilmektir.
Farkındalık basamağını geçtikten sonra karşımıza bireyin kendi kişilik özelliklerini bilmesi çıkıyor. Kişi artısıyla eksisiyle kendisini bilmeli, zayıf yanlarını güçlü yanlarını idrak edebilmeli ki hangi durumlara karşı hangi davranışları göstereceğinin, hangi tepkileri vereceğinin bilincinde olsun. Çünkü kendisini tanımayan insan nasıl davranacağını, nasıl düşüneceğini, nasıl hissedeceğini bile bilemeyebilir ve bu yüzden hayata ve getirdiklerine hep gafil yakalanır. Popüler kültürün tuzaklarına kişinin yakalanmaması için de kendini bilmesi ve böylelikle kaldıramayacağı yüklerin altına girmemesi, üstesinden gelemeyeceği riskleri almaması ve menzilini bulamayacağı yollarda kaybolmaması şarttır.
Farkındalık ve kendilik bilincinden sonra bir diğer mesele de sağlam bir çevreye sahip olmaktır. Eskiler “hal sâridir” derler. Yani hal kişiden kişiye virüs gibi bulaşır. Neşe hali de hüzün hali de iyimserlik de kötümserlik de iyilik de kötülük de kişiden kişiye bulaşır. Dolayısıyla kişinin kendini sağlama alması bir anlamda tüm bulaşıcı hastalıklardan ve o hastalıkları taşıyan insanlardan uzak durması, en azından makul bir mesafe bırakmasıyla mümkündür. Böyle bir şey herhangi bir sebepten dolayı mümkün değilse kişi aldığı virüs bulaşma ihtimaline karşı korunaklı olarak virüslü çevrelere girmelidir ya da virüslü çevrelere girdikten sonra vitamin alabileceği çevrelere de mutlaka girmelidir hasta olmamak için. Psikolojide buna Roseto etkisi deniyor