Komisyon

Türkler Cilt 01 İlkçağ

Kitap eklendiğinde bana bildir
Bu kitabı okumak için Bookmate’e EPUB ya da FB2 dosyası yükleyin. Bir kitabı nasıl yüklerim?
  • Faik Eryaşaralıntı yaptı5 yıl önce
    Hunlarla konuşmayı kabul eden kumandanlardan biri Plintha idi ve bu Theodosios’un sarayında nüfuz kazanan bir Got’du. Bu esnada Rua öldü ve bu olay Bizans’ta bir ferahlık sebebiydi. Zira onun harp tehdidi imparatorlukta bir gerilim sebebi olmuştu. Rua’dan sonra Bleda ile Attila onun yerine geçmişlerdi.48

    İktidara gelen iki kardeşin karakterlerinin birbirinden farklı olduğundan başka bir bilgimiz yoktur. Attila’nın karakteri hakkında azimli, kararlı, merhametsiz bir şahsiyeti olduğu bildirilir. Bizans senatosu, Rua’nın ölümünden sonra da Hunlarla müzakerelerin devamına karar verdi. Plintha idaresinde bir heyeti Margus şehrine gönderdi. Morova ırmağının Tuna’ya döküldüğü yere yakın bir şehir olan Margus önemli bir ticaret merkeziydi. Bizans heyeti Bleda ve Attila’nın elçilerini şehrin surları dışında karşıladılar ve Hunlar atlarından inmek istemediklerinden müzakereler at sırtında sürdü. Aslında müzakereler formaliteleri yerine getirmekten ibaretti, zira Hunların isteklerinin hepsi kabul edilmişti. Antlaşmaya göre Bizanslılar bundan böyle Hun kaçaklarını kabul etmeyecek ve o güne kadar sığınanları da geri vereceklerdi. İade edilmeyenlerin her biri başına 8 Solidus ödenecekti. Bu para ile o bölgede 100 kile buğday (Mod) satın alınabiliyordu. Bundan başka Bizanslılar, Hunların Harp halinde bulundukları hiçbir kavimle ittifak kuramayacaklardı. Yine bu antlaşma, Hunlara imparatorluk şehirlerinde ticaret hakkı tanıyordu. Plintha, Hunlara ödenen verginin iki misline çıkarılmasına razı olmak zorunda kaldı. Bu 700 Libre altın (yaklaşık 229 kilo) idi. 435 Margus Antlaşması aslında bir emirname idi ve böylece muharebenin önü alınmış oluyordu
  • Faik Eryaşaralıntı yaptı5 yıl önce
    Bu sıralarda Hun İmparatorluğu en parlak devrine erişmişti. Lâkin devletin bünyesinde meydana gelen bir arıza ile sarsılacaktı. Attila, sadık adamları ve o zamana kadar iktidardan uzak kalan Cermen vassallerine dayanarak kardeşi kağan Bleda’yı pusuya düşürerek öldürdü. Bleda’nın sadık adamlarını kendisine itaate zorladı. Attila’nın nasıl olup da Bleda’yı bertaraf ettiği meselesi Hun tarihinin en karanlık anlarından biridir. Bu olayı kaydeden çağdaş kaynaklar açıklamada bulunmazlar. Attila’nın iktidarı ele geçirmesinde yardımcı olanlar, sarayın seçkin halkı, dost ve bağlı kimselerdi. Bu seçkin alt tabakanın başında Onegesios ile Scotta kardeşler bulunuyorlardı. İsimlerinden de anlaşıldığına göre bunların Yunanlılaşmış Pontus bölgesinden olmaları gerekir. Bunlar, Yunanca-Lâtince ve Huncayı aynı derecede iyi biliyorlardı. Onegesios, devlette Attila’dan sonra en yüksek mevki sahibi idi, yani başvezirdi. Scotta ise Attila’nın mahrem adamı olmakla ün kazanmıştı, birçok defa elçilik hizmetinde bulundu. Attila’nın makbul kişilerinden biri de karanlık menşeli Berichus idi. Bu insanlarla aynı seviyede bulunanlar arasında Attila’nın amcası Aybars ile Got asıllı Laudaricus vardı ve bu bir doğu Cermeni idi. Belki Hunlarla ittifak halindeki bir kavmin kralı idi. Bu yakın adamları, iktidara gelmesinde ona yardımcı olmuşlardır. Fakat asıl iktidar değişimi esnasında vassal Cermen kavimleri Attila’yı desteklediler. Bunlar arasında Edeko ile Ardarik başta gelirler. Skir muhafaza kıtaları kumandanı Edeko, herhalde Attila’nın yanında kamp kurmuştu. Askeri üstünlük bakımından Gepid kralı Ardarik önde gelenlerdendi. Ardarik, Attila’nın mahrem adamı, düşüncelerine değer verdiği krallardan biriydi. Rua’nın sırdaşı Esla, büyük toprak sahibi ve büyük Türk beyi Eşkam Attila’nın tarafını tutmuşlardır.54

    443’de Hunlarla imzalanan barıştan sonra Bizans, birbiri ardından meydana gelen doğal afetlere uğradı. Barışın ardından gelen kış uzun geçmiş, kar altı ay yatmış ve insanlarla hayvanların binlercesi telef olmuştu. Ertesi yıl Bitinia’da korkunç bir sel felâketi yaşandı, her tarafı su bastı. 445’de sirklerde birçok adam öldü ve halktan pek çoğu vebadan telef oldu. 446’da İstanbul’da yiyecek sıkıntısı başladı ve bunun ardından bulaşıcı hastalıklar göründü. Theodosios’un nazırları kuzey sınırında bir tehlikeyi göze alacak durumda değillerdi. 27 Ocak 447 sabahı saat 2’de ender depremlerden biri oldu, şehir toptan altüst olmuş, denizde ve karada sayısız felâket meydana gelmiştir. Theodosios surlarından uzunca bir kesit devrilmiş, 57 kule harap olmuştur. Bunların arasında zahire ambarı olarak kullanılanları da vardı. Trakya, Marmara ve Kiklad adaları da bu felâketten kurtulamadı. Diğer Bizans şehirlerinde de hasar ağırdı. Büyük hasar gören başşehirde açlık ve bulaşıcı hastalıklar baş gösterdi. Bu depremden birkaç gün sonra gökyüzünden yağmur boşalmış ve seller ırmaklara dönmüştü. Tepeler dümdüz olduğundan İstanbul da birçok ev yıkılmıştı. Bu büyük şehri hiçbir şey kurtaramayacak gibi görünüyordu. Üstelik halkın pek çoğu yıkılan harabeler altında gömülmüştü. Bulaşıcı hastalıklardan binlerce insan öldü. Fakat, kısa süren bir panikten sonra İstanbul halkı toparlandı, bütün yıkılan surlar felâketten 60 gün sonra onarıldı. Attila’nın muharebeleri başladığı zaman şehir eksiklerini tamamlamıştı.55

    Attila bu çok uygun fırsatı kaçırmadı. Az önce imzalanan sulhu bir tarafa iterek imparatorluk arazisi üzerine yürüdü. Orduları arasında ilk defa müttefikler seviyesine çıkarılan Cermen kavimleri de vardı. Bu Cermen kavimleri yüzünden Attila’nın artık bir yıldırım harbi söz konusu olamazdı. Halbuki daha önceki muharebelerde sürate ve harekete dayanan Hun taktiği uygulanırdı. Attila’nın bundan sonraki muharebeleri artık Hun tarzında değildi. Bu yeni oluşumdan dolayı ordu çok ağır ilerledi ve aşağı İskitya ve Mösya’ya girdi ve burası 441 seferinin daha doğusunda idi. Mösya da Utus (Vid) ırmağı kenarında Bizans ordusuna cepheden taarruza geçildi, Bizans orduları yenildi. Lâkin Attila düşmanı imha edemedi, ayrıca ordusu çok zayiat verdi. Bu zafer, Attila’nın Bizans ordusuna karşı kazandığı son büyük zaferdir. Bizans ordusu Dobruca’ya çekildi ve muharebe süresince Attila’nın ordusunu arkadan ve yandan tehdit etti. Bu yüzden Attila, İstanbul’a varabilmek için yolunu değiştirerek Sofya üzerinden gitmeye mecbur oldu. Bu gecikmeden faydalanan İstanbul halkı büyük fedakârlıklarla iki ay içinde surları onarmıştır. Hatta, su arkının önünde üçüncü dış sur inşa ederek İstanbul’u zapt edilemez bir hale getirdi. İstanbul’un önünden başarısızlıkla çekilmek zorunda kalan Attila, Termopillere kadar uzanan sahada depremin tahrip ettiği şehirleri yağma etti. Rivayete göre 70’den fazla şehir ve kasaba yağma edilmişti. Manastırlar işgal edilerek rahip ve rahibeler esir alındı. Hunlar daha önceki muharebeleri sırasında halka, kiliselere ve manastırlara fazla zarar vermemişlerdi. Fakat, 447’de yıllardan beri yoksulluk içinde yaşayan ve ganimetlere can atan, her şeye göz diken Cermen ve İrani kavimler ülkeyi istila etmiş, tahripler yapmış ve ellerine geçirdikleri her şeyi çalmışlardır.56
  • Faik Eryaşaralıntı yaptı5 yıl önce
    Coğrafi mevkii itibariyle Semerkand ve Buhara’dan Belh’e giden yol üzerindeki Demir-Kapı, Göktürk ordularının batıda ulaştıkları en son nokta olarak gösterilmektedir.170 Fakat bu, 710-715 yılları arasında, yani II. Göktürk Kağanlığı çağında Türgiş Devleti’nin itaat altına alınmasından sonra batıya yapılan bir seferi anlatmaktadır.171 Maamafih, Bumın ve İstemi Kağanlarla ilgili kitabe metninde “doğuda Kadırgan Ormanına kadar, batıda Demir-Kapı’ya kadar kondurmuş. İkisi arasında pek teşkilatsız Göktürk öylece oturuyormuş.”172 denilmektedir. Görülüyor ki burada bir “kondurma”dan söz edilmektedir. Türkler kondurmak fiilini iskan etmek karşılığında kullanırlardı.173 Bumın ve İstemi Kağanlar Demir-Kapı’ya kadar Göktürk halkını yerleştirmişlerdir. Onların nereye kadar ordu sevkettiklerine dair kitabelerde açıklık yoktur. Demir-Kapı, her iki tarafında yüksek kayaların yer aldığı dar bir geçitti. Geçidin en dar yerinde de Göktürklerin geçişine engel olmak için demirden kapılar yapılmış, çanlar ve çıngıraklarla adeta bir alarm sistemi tesis edilmişti.174 Geçidin uzunluğu 3 km. olmasına rağmen genişliği sadece 10-18 m. kadardı. Göktürklerin güneye doğru yayılmalarına bu ele geçirilemez sanılan geçit de engel olamamıştır. Zira Hsüan-tsang, Demir-Kapı’yı geçtikten sonra Kunduz’da Göktürklere rastlamıştı.175 İstemi Kağan’ın Eftalit Devleti’ne ikinci ve sonuncu darbeyi indirmesi ile Göktürklerin batı sınırları Keşmir’e kadar uzanmıştı.176 Demir-Kapı’nın güneyinde ve batısındaki topraklar, Göktürk hakimiyeti altındaydı. Fakat II. Göktürk Kağanlığı çağında Türk orduları ancak Demir-Kapı’ya kadar ulaşabilmişlerdi. Anlaşılıyor ki İlteriş’in kurmuş olduğu devlet, batıdaki bütün Türklük bölgelerini kapsamıyordu, başka bir ifade ile batıdaki hakimiyet sahası daha dardı. Çünkü bu bölgeler artık Müslüman fatihlerin eline geçmişti.
  • Faik Eryaşaralıntı yaptı5 yıl önce
    Milâdın 270. yıllarından beri Romanya, Moldavya ve Erdel sâhalarında Vizigotlar yaşarlardı. Alania’nın ve Ostrogot ülkesinin fethinden sonra Hunlar Vizigotlarla komşu olmuşlardır. Kralları Athanarik idaresinde Hunlara karşı ciddî muharebe tedbirleri aldılar. Fakat Vizigotların beklediği gibi bir göğüs göğüse muharebeye girmeyen ve uzaktan attıkları ok yağmuru ile düşmanları alt eden Hunlar fazla kan kaybetmeden Vizigotları mağlup etmişler ve kralları Athanarik firar esnasında Macar ovasına kadar erişmiştir. Daha sonra Alarik idaresinde 410’da Roma’yı zapt ederek, tahrip edecek olan Vizigotlar, işte bu suretle Hunların önünden kaçarak canlarını zor kurtarmışlardı.

    Tepelenen ve moralleri bozulan Vizigot kıtaları Tuna’ya doğru ilerlediler ve Bizans İmparatoruna haber göndererek, imparatorluk arazisine yerleşmek istediler. Gemiler üzerinde ve kayıklarla birbirini çiğneyerek ve bir kısmını nehre dökerek karşı sahile vardılar. Bu sırada kovalanan ve Tuna kıyısında sıkıştırılan Vizigotlarla Alan kıtaları, kıyıda bir an için korumasız kalan Bizans donanmasını ele geçirerek aşağı Tuna’ya kadar vardılar. Gotların Doğu Roma İmparatorluğu’nu istilâsı böylece başlamış bulunuyordu. 5. yüzyıl boyunca her iki imparatorluğun tarihi bu Cermen kavimleriyle boğuşarak geçecektir. Bizans sarayında hakim olan hümanist bir akımın etkisi altında bu barbarlar Roma arazisine yerleşme iznine kavuşurlar. Fakat, 3. yüzyılın sonundan itibaren Roma vatandaşı askerlik yapmak istemiyordu. Bu sebeple orduda kura neferi sıkıntısı baş göstermişti. İmparator Valens, bu sıkıntıya çare olarak imparatorluk arazisine yerleşen yabancılardan faydalanmayı düşündü. Nitekim Valens, İmparatorluk arazisi üzerinde yerleşen yabancılarla ittifak akdederek yeni bir çığır açmıştır.6

    370 başında Roma arazisine kabul edilen Got mültecileri, Bizans kumandanlarının kötü muamelesine dayanamayarak isyan ettiler, savunmasız köylere saldırdılar ve felâketten ancak müstahkem mevkiler kurtulabildi. 370 sonbaharında sayıları 200000’i bulan Gotların ırmağı geçmelerine müsaade edilmişti. 377 sonbaharında Gotlar, Balkan dağlarının geçitlerinde Bizans ordusu tarafından çembere alındı. Kıstırıldıkları çemberden ancak kuzeyde başı boş dolaşan Hun-Alan kıtaları tarafından kurtarıldılar. Buradan kurtulan Gotlar, 377 sonunda İstanbul’a kadar bütün Trakya’yı tahrip ettiler. Gotları bu dramatik âkibetten kurtaran Hunların, daha sonra Edirne muharebesine katıldıkları şüphesizdir. Trakya’da İmparatorluğun huzurunu kaçıran Gotlara karşı İmparator Valens’in giriştiği sefer bir facia ile neticelendi. İmparator Valens muharebe meydanında öldürüldü ve Bizans ordusunun üçte ikisi imha edildi (9 Ağustos 378). Çağdaşlarının Roma İmparatorluğu’nun çökme tarihi olarak kabul ettikleri Edirne muharebesine Hunlar da katılmışlardı. Bu olaydan sonra mağlup Bizans ordusu dağılmış ve savunmasız kalan Trakya, Hun ve Alan kıtaları ile yağma yapan Gotlara engel olacak kimse kalmamıştı. Bu felâketten İstanbul ve diğer müstahkem mevkiler kurtulabilmişlerdir. Ancak, 379 yılı Ocak ayında İmparator seçilen I. Thedosios, bütün bir yıl boyunca müstevlilere karşı çarpışmış ve onları dağıtmıştır. Bu olaylardan sonra dağılan Gotlarla Hun ve Alan kıtaları, Roma ordusunda hizmete alınmış veya imparatorluğun değişik yerlerinde iskân edilmişlerdir.7
  • Faik Eryaşaralıntı yaptı5 yıl önce
    Batı Göktürk-Sasani ittifakı sonunda, 557 yılında Afganistan’daki hakimiyetlerini kaybeden Akhunlar93 kısa bir süre sonra Hindistan’da da yıkılmaya yüz tutacaklar ve VII. yüzyılın başlarında Hindu asıllı racalar tarafından ortadan kaldırılacaktır.94 Sadece bunlardan bir grup, Türk Şâhîler adı altında 870 yılına kadar Afganistan ile Hindistan arasındaki Ohind mıntıkasında varlığını sürdürebilmiştir.95 Vaktiyle Saka ve Kuşanları eriten yerli nüfus Hindistan’daki Akhunları da aynı akıbete uğratırken, muhtemelen Türk Şâhîlere dayanan büyük bir Türk kitlesi Afganistan’ın en dağlık bölgelerine çekilmek suretiyle varlığını muhafaza etmiş ve Gazneli Mahmud’un Hind seferlerinde önemli roller oynamıştır. Dolayısıyla bu grup daha sonra Hindistan’da kurulacak Türk hakimiyeti için temel teşkil ettiği gibi aynı zamanda bugünkü Pakistan’ın da ortaya çıkmasını sağlayacaktır.96
  • Faik Eryaşaralıntı yaptı5 yıl önce
    Tarihi arşivler, bir imparatorluk kurucusu olarak Mete’nin kariyerinin duygusal hikayesini ortaya koymaktadır. O yetenekli bir çocuktu ama babası şanyu (yani, büyük reis) Touman kendisinden sonra diğer eşlerinden birinin oğlunun tahta geçmesini istedi. Rakibi yok etmek için genç Mete’yi Vusun’a (diğer göçebe bir kabile) rehine olarak gönderdi, sonra da çocuğu ceza olarak öldüreceklerini umarak Vusun’a saldırdı. Mete buradan kaçtı ve babası cesaretinden etkilenerek hayatını bağışladığı için Hunlara geri döndü ve Touman gafını bu şekilde telafi etti. Mete burada kendine tamamıyla sadık kalacak bir grup savaşçı topladı. Hikayeye göre Mete bunları eğitmek için her birine en beğendiği atını vurmalarını, bunu yapmayı reddedenlere bu sefer de en gözde eşini vurmalarını emretmiş ve bunu da yapmaya çekinenlere cezalarını hayatlarıyla ödetmiştir. Eğittiği savaşçılara Mete kendi babasını vurmalarını emretmiş ve savaşçıların hiçbiri oklarını boşaltmaktan çekinmemiştir. Babasını ortadan kaldırdıktan sonra Mete, şanyu oldu ve tahta oturduktan sonra gerek Hun iç savaşı ve gerekse de kendilerine yönelik Çin saldırılarını bastırmaktaki başarılarından cesaretlenerek diğer göçebelerin saldırılarından halkını korumaya devam etmiştir.
  • Faik Eryaşaralıntı yaptı5 yıl önce
    Böylece, Batı Hun Devleti’nin siyasî varlığı tamamen sona erdi (M.Ö. 36). Çi-çi’ye bağlı olan Hun boyları ise, bölgede dağınık bir hayat yaşamaya başladılar.

    Sonuç olarak, Çi-çi ve taraftarları, istiklâl mücadelesini hayatlarıyla birlikte kaybettiler; fakat onlar gelecek nesillere ölmez bir ideal ve örnek bıraktılar.68
  • Faik Eryaşaralıntı yaptı5 yıl önce
    Çi-çi’nin bu hızlı yükselişi, kuvvetler dengesini daima elinde tutmak isteyen Çin’i telaşlandırdı. Çi-çi
  • Faik Eryaşaralıntı yaptı5 yıl önce
    Hunların güçlü zamanlarında pek etkisi görülmeyen bu olumsuz durumlar, daha sonraki zayıf hükümdarlar zamanında tam bir huzursuzluk kaynağı oldu. Bir de buna ekonomik darlık ile Çin’in gittikçe artırdığı siyasî baskılar eklendi. Böylece, Hun iktidarında derin çatlaklar belirmeye başladı. İç ve dış baskılara dayanamayan Hun Şan-yüsü Ha-han-yeh, vezirinin de tavsiyesi üzerine Çin hâkimiyeti altına girerek, durumunu kurtarmak istedi. Fakat bu durum tepkisiz kalmadı; Hun devlet meclisinde sert tartışmalara yol açtı (M.Ö. 58). Bu tartışmaların sonucunda Hunlar istiklâli feda edenler ve etmeyenler olarak iki kısma ayrıldılar. İstiklâli feda etmek istemeyenlerin başında Ho-han-yeh’in kardeşi Çi-çi bulunuyordu. İstiklâli feda etmek isteyen Ho-han-yeh ve taraftarları, yaptıkları tercih ve seçim için şu gerekçeyi ileri sürüyorlardı: “Bu olmamalı! (Devletlerin de) hem güçlü hem de güçsüz zamanları olur. Şimdi Çin, ezici güce sahip. Şehir devletleri ile Vu-sunlar, tıpkı bir cariye gibi hep Çin’e bağlandılar. Şan-yü Tsu-t’e-ho zamanından beri devlet -bir daha birleştirilemeyecek şekilde- bölünüyor. Bundan dolayı, Çin’in üstün gücü karşısında boyun eğmek gerekir. Aksi takdirde tek bir gün bile rahat yüzü görülemez. Çin’in yüksek hâkimiyeti altında barış ve sükûnet bulunabilir. Yoksa tehlikeler içinde batıp gidilir. Acaba bundan daha iyi öğüt verilebilir mi?”65

    Ho-han-yeh ve taraftarlarının bu sözleri, maddeten ve manen çöküş halini yaşayan insanların psikolojisini yansıtmaktadır. Gerek millet hayatında olsun, gerek fert hayatında olsun, maddî çöküş, manevî çöküşü de beraberinde getirmektedir. Bu hali yaşayan insanların, hem kendilerine hem de milletlerine güvenleri yoktur. Kurtuluşu da, kendi güçlerinde değil, başkalarının güçlerinde ve desteklerinde görürler. İşte, Ha-han-yeh ve taraftarlarının hali bu idi.

    Çi-çi ve taraftarları ise, kurtuluşu başka bir devletin desteğinde ve himayesinde değil, kendi güçlerinde görmekteydiler. Türklerin istiklâle verdikleri değeri göstermesi bakımından Çi-çi ve taraftarlarının Çin yıllıklarına yansımış olan fikirlerini aynen buraya alıyoruz: “Hunlar cesareti ve kuvveti takdir ederler. Bağımlı olmak ve kölelik onlara en âdi bir şey olarak gelir. At sırtında savaşmak ve mücadele etmek suretiyle devlet kuruldu. Kavimler arasında kuvvet ve otorite kazanıldı. Yiğit cengaverler ölünceye kadar savaşmalı ki, varlığımızı devam ettirebilelim. Şimdi iki kardeş, taht için mücadele etmektedir. Sonunda ya büyüğü ya küçüğü devlete sahip olacaktır. Gerçi şimdi, Çin bizden daha güçlüdür; fakat (bu durumda bile) Hun ülkesini ilhak edemez! Niçin, kendimizi Çine bağımlı kılalım? Atalarımızın devletini Çinlilere devredelim? Bu, ölmüş atalarımıza büyük hakaret olur. Böylece, komşu devletler arasında gülünç duruma düşeriz. Evet, bu suretle (Çin’e bağlanmak) sükunet tekrar tesis edilebilse bile, kavimler arasında yeniden üstünlüğümüzü elde edebilir miyiz? Biz ölsek de kahramanlığımızın şöhreti artacak. Oğullarımız ve torunlarımız daima devletin hâkimi olacaklar”.66

    Bu fikrî tartışmadan sonra Ho-han-yeh ve Çi-çi arasında uzun bir taht mücadelesi başladı. Bu mücadeleyi, Çin’in desteğini arkasına alan Ho-han-yeh kazandı. Böylece Hun Devleti, Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrıldı (M.Ö. 54).

    Öte yandan, İstiklâli feda etmeyi “gülünç ve utanç verici” bulan Çi-çi, kendisini destekleyen beyleri ve boyları yanına alarak, batıya çekildi. Tanrı dağlarının kuzeyinde oturan Vu-sunların direnişini kırdı.67 Tarbagatay bölgesindeki Ogurları, İrtiş kaynak havzasındaki Ting-lingleri ve Kırgızları itaat altına aldı. Bundan sonra Çu-Talas havzasına yerleşen Çi-çi, burada kendisine, etrafı surlarla çevrili yeni bir başkent kurdu (M.Ö. 41).
  • Faik Eryaşaralıntı yaptı5 yıl önce
    Çinli tarihçilerin Mete’nin gençlik hayatı hakkında toplayabildikleri en önemli bilgi, bir komplo olayının hikayesinden oluşmaktadır. Hun Hükümdarı (Şan-yü) Tuman’ın (Teoman) oğlu Mete’ye karşı düzenlediği komplo Çin yıllıklarında şöyle anlatılmaktadır:

    “Tuman’ın adı Mete (Batur veya Bagatır) olan büyük bir oğlu vardı. Daha sonra o, kendisine bir oğlan doğuran özellikle sevgili bir hanım aldı. Artık o, Mete’yi ortadan kaldırmak ve yerine küçük oğlunu koymak istiyordu. Bu yüzden o, Mete’yi Yüe-çilere rehin olarak gönderdi. Mete, Yüe-çilerin yanında rehin bulunduğu sırada, Tuman ansızın onlara saldırdı. Bu sebepten Yüe-çiler Mete’yi öldürmek istediler; halbuki o iyi bir at aldı ve memleketine kaçtı. Tuman, oğlunun kabiliyetini taktir etti ve idaresine on bin atlı (bir tümen=on bin askerden oluşan büyük bir birlik) verdi”.19

    Çin yıllığının verdiği bilgiyi bir daha gözden geçirir ve yorumlarsak, ortaya şöyle bir gerçek çıkmaktadır: Mete, Hun Hükümdarı Tuman’ın ilk eşinden, yani “ulu hatun”dan20 doğmuş büyük oğlu ve veliahtıdır. Tuman, ikinci bir eş almış ve ondan da bir oğlu olmuştur. Fakat Tuman, birdenbire Mete’den veliahtlık hakkını almak ve yerine ikinci eşinden olan oğlunu koymak istemiştir. Bunu da açıkça değil, bir komplo ile dolaylı olarak yapma yoluna gitmiştir. O halde Tuman’ın böyle birdenbire fikir değiştirmesinin ve bunu da dolaylı olarak yapmasının sebebi ne idi? Bunun tek bir sebebi vardır. O da ikinci eşinin Tuman üzerindeki etkisidir. Öyle anlaşıyor ki, Tuman’ın ikinci eşi büyük gayeleri olan son derece muhteris bir kadındı. O, kendi amacı doğrultusunda eşi Tuman’ın fikrini ve davranışını değiştirmiştir. Amacı ise, kendi oğlunu veliaht yapabilmekti. Fakat buna töre engel teşkil etmekteydi. Çünkü, eski Türk devletlerinde taht veraset hukuku ancak hükümdarın ilk eşinden doğan çocuklara tahta çıkma hakkı tanıyordu. Eğer, hükümdarın ilk eşinden doğan oğulları çok küçük yaşta, hasta veya malûl iseler, tahta hükümdarın diğer kardeşlerinden biri çıkmaktaydı. Bu duruma göre, tahtta bulunan hükümdarın birinci eşinden oğlunun ve hatta kardeşlerinin bulunmaması halinde ikinci eşinden doğan çocuğun tahta çıkma şansı olabilirdi. Durum böyle olmadığı halde, Tuman ikinci eşinin etkisiyle küçük oğlunu veliaht yapabilmek için Mete’yi feda etmek istemiştir. Fakat o, bunu açıkça yapamamıştır. Törenin, beylerin ve halkın baskısını kendi üzerinde hissetmiş olmalı ki, niyetini gizlemek zorunda kalmıştır. Zira, Tuman çok iyi biliyordu ki, oğlunun rehin bulunduğu kavme saldırmak, rehinenin ortadan kaldırılması demekti. Görüldüğü gibi, Tuman’ın kurduğu komplo amacına ulaşamamıştır; Mete tam zamanında kaçarak ölümden kurtulmuştur. Öyle anlaşılıyor ki, Mete, babasının niyetini ve amacını daha önce sezmiş ve onun tercihine karşı gerekli tedbir almayı ihmal etmemiştir. Hatta bu hususta Mete’nin bazı Hun beylerinden yararlanmış olması da kuvvetle muhtemeldir. Gafil avlanmamasına bakılırsa, devletin merkezinde Mete’nin hesabına çalışan bazı beyler bulunmaktadır. Mete, büyük bir ihtimalle babasının Yüe-çilere saldırı haberini bu beylerden daha önce almış olmalıdır.

    Mete’nin Yüe-çilerin elinden kaçıp kurtulmasından sonra, hem Tuman hem de Mete, ortada bir komplo yokmuş gibi davranmışlardır. Hatta Tuman, kurduğu komployu tamamen gizleyebilmek ve dikkatleri dağıtabilmek için oğlunun başarısına sevinmiş gözüküp, emrine bir tümen vererek onu ödüllendirmiştir. Tuman’ın böyle birdenbire tavır değişikliğinin altında yine törenin, beylerin ve halkın baskısı bulunmaktadır. Zira, eski Türk devletlerinde ve toplumunda hâkim ve geçerli olan tek güç, töre hükümleriydi. Türk devlet başkanlarının icraat ve faaliyetleri de tamamen töre hükümlerine dayanmaktaydı.

    Artık Mete, herkesin gözünde gerçek bir kahramandır. O, gösterdiği olağanüstü başarıyla sadece hayatını değil, devletin ve milletin itibarını da kurtarmıştır. Öte yandan, oğlunun bu başarısına karşı Tuman da ilgisiz kalamamıştır. Eğer Tuman, oğluna karşı eski tavrını sürdürseydi, beylerin ve halkın karşısında büyük prestij kaybederdi. Görüldüğü gibi, Tuman bunu göze alamamıştır.

    Tuman’ın kurduğu komplo başarıya ulaşmadığına göre Mete hâlâ Hun tahtının veliahtıdır. Hunlarda veliahtlar, hükümdarlık mevkiinden sonra gelen “sol bilge tiginliği”ne (tso hsien wang) tayin edilir ve idaresine de devletin doğu bölgesi verilirdi.21 Kaynakta belirtilmese de Mete’nin “sol bilge tiginliği”ne tayin edildiği muhakkaktır. Ancak Mete’nin bu göreve fiilen emrine bir tümen verildikten sonra başladığını kabul etmek daha doğru olur.

    3. Şan-Yü Tuman ile Oğlu Mete Arasında Geçen

    İktidar Mücadelesi

    Hun hükümdarı Tuman, oğlu Mete’yi bertaraf etmek için kurduğu komplonun oğlu tarafından ustalıkla ve olağanüstü bir başarıyla bozulduğunu görünce, tavır değiştirip, onu ödüllendirmek yoluyla meseleyi unutturmak ve kapatmak istemiştir. Mete ise, babasının aksine bu meseleyi unutmak ve kapatmak niyetinde değildi. O, önce kendisinin komşu bir kavme rehin gönderilmesinin ve sonra da bu kavme saldırılmasının ne anlama geldiğini çok iyi kavramıştır. Artık onun, babasıyla arasındaki bağlar kopmuş, kaderleri ayrılmıştır. Daha doğrusu, babasıyla arasında iktidar kavgası başlamıştır. Bu kavgada babası ilk hamleyi yapmış ve kaybetmiştir. Sıra şimdi kendisindeydi. Amacı, zamanından önce babasından Hun tahtını almaktı. Artık Mete’ye hâkim olan ve hareketlerine yön veren duygu, iktidar ihtirasıdır.

    Türk tarihinde, veraset hukukunun tabiî sonucu olarak sık sık taht kavgaları meydana geliyor idiyse de, evlâdın babasına karşı böyle bir mücadeleye girişmesi nadir olaylardandı. Gerçi Tuman, oğlu Mete’ye karşı düzenlediği başarısız komplo ile gerekli sebebi önceden yaratmıştır. Tuman’ın tavır değişikliği ise, Mete’nin kararını hiç etkilememiştir. Nitekim o, bu olaydan hemen sonra babasının emrine verdiği tümeni, yine babasına karşı bir darbe için hazırlamaya başlamıştır. Mete’nin darbe için yaptığı hazırlık ve devlet darbesi Çin Yıllığında şöyle anlatılmıştır:

    “Mete, (hedefe giderken) ıslık çıkaran bir ok imal etti. Atlı-okçu birliğinin eğitimi esnasında kendisi bu oku nereye atarsa, erlerinin de hep birlikte o maddeyi vurmaları gerektiğini emretti. Bunu yapmayanın başını kesecekti. Avda, ıslık çıkaran ok nereye atılırsa orayı vurmayan kimsenin başı hemen gövdesinden ayrılacaktı. Bizzat Mete, ıslık çıkaran okunu değerli atlarından birinin vücuduna attı ve bu anda maiyetinden okunu atmaya cesaret edemeyenleri idam ettirdi. O, kısa bir süre sonra oku ile kendi sevgili eşini vurdu. Bu defa da maiyetinden bazıları (bu durum karşısında) donup kaldılar ve oklarını atmaya cesaret edemediler. Bunlar da Mete tarafından idam edildi.

    Bir süre sonra Mete, av sırasında ıslık çıkaran oku ile babasının değerli atını vurduğu zaman, maiyeti istisnasız hep birlikte aynı hedefe ok attı. Bu durum üzerine Mete, maiyetine tamamen güvenebileceğini öğrendi. Sonra o, babası ile ava gitti ve Hun hükümdarı (Şan-yü veya Tan-hu) olan babasına ıslık çıkaran okunu attı. Bütün maiyeti de aynı istikamete nişan aldı ve böylece Hun hükümdarı öldürüldü. Bunun üzerine Mete, üvey annesini ve üvey kardeşini, kendisine itaat etmeyen bütün devlet büyüklerini öldürdü ve kendisini Hun hükümdarı (Şan-yü) ilân etti”.22
fb2epub
Dosyalarınızı sürükleyin ve bırakın (bir kerede en fazla 5 tane)