Emin Akif Ersoy

Babam Mehmet Akif

Kitap eklendiğinde bana bildir
Bu kitabı okumak için Bookmate’e EPUB ya da FB2 dosyası yükleyin. Bir kitabı nasıl yüklerim?
  • Faik Eryaşaralıntı yaptı5 yıl önce
    Babam Büyük Taarruz'a geçileceğini biliyor, bu uğurda bütün milletin dişili erkekli, geceyi gündüze katarak sarfettiği candan gayreti ve fedakârlığı elinden geldiği kadar körüklemeye gayret ediyor, bu hususta yazılar yazıyor, nutuklar söylüyordu. Hâttâ Bestekâr Rauf Bey'in bestelediği o zamanlar, ordunun ağzından düşmeyen «Yılmam ölümden, yaradan askerim! Orduma gazi dedi Peygamberim
  • Faik Eryaşaralıntı yaptı5 yıl önce
    Babamın sınıf arkadaşları arasında birisi Musevi diğeri Ermeni olmak üzere iki yaman rakibi varmış. Musevi'nin ismini unuttum. Hem bu adamın, babamla ilgisi yalnız derslere inhisar ediyormuş. Sınıfta birinciliği arkadaşlarına vermek istemeyen bu Musevi'nin bilhassa ziyaziyesi çok kuvvetli imiş. Agop'a gelince o da derslerine pek fazla çalışıyor sınıfta en ileri gelen talebelerin başında geliyormuş. Aynı zamanda vücut itibariyle pek kuvvetli ve okkalı olan bu Ermeni biraz da güreş biliyormuş. Lâkin babama nazaran yaşı da ileri, kilosu da çok fazla imiş. Lâkin genç Mehmet Âkif Halkalı Ziraat Mektebi'nde sınıfında birinciliği bu iki Türk olmayana vermeyi çok büyük bir zül telâkki ederek geceyi gündüze katarak çalışmış onları-geçmiş ve sınıfının birincisi olmuş.
  • Faik Eryaşaralıntı yaptı5 yıl önce
    O günlerde İstiklâl Marşı'nı yazan babam pek dalgın çok müteheyyiç bir durumda idi. Her gün her gece hattâ her saat cephelerden bazı ümit verici ekseri üzücü haberler gelmekte idi. (Bülbül) manzumesi işte o kararsız günlerin ve tehlikeli gecelerin tazallüm eden sitemkâr bir mahsulüdür.

    Eşin var, âşiyanın var, baharın var ki beklerdin!
  • Faik Eryaşaralıntı yaptı5 yıl önce
    Kıyametler koparmak neydi ey bülbül, nedir derdin?!
  • Faik Eryaşaralıntı yaptı5 yıl önce
    diye feryat eden şair, Bursa'da Yunanlıların vatandaşlarımıza yaptıkları hakaretlere mülevves çizmeler altında çiğnenen mabetlerimizin haline için için yanıyor, cidden müteellim oluyordu
  • Faik Eryaşaralıntı yaptı5 yıl önce
    Bahri Cedit muazzam dalgaların arasında bir ceviz kabuğu gibi yalpa vuruyor, İnebolu'yu acı acı düdük çalarak selâmlıyordu. Lâkin bu fırtınada yolcu indirmek imkânsız bîr hâdise idi. İnebolu'nun meşhur kayıkçıları bu havada denize açılmak cesaretini gösteremediler. Yalnız sahilden dört çifte sağlam bir kayık denize çöken alaca karanlık içinde coşkun dalgalar arasında kâh yükseliyor, kâh nazarlardan kayboluyor, vapura müteveccihen dalgalar içerisinde yol almağa çabalıyor idi. O gün Bahri Cedit vapurundan bu dört cifte sandal bir tek yolcu aldı.

    Hintli Mustafa Sağîr karaya çıkarıldı. Bu zat İslâm Hindistan ile kurtuluş mücadelesi yapan Türkiye'nin münasebetlerini tanzim etmek için İslâm âlemi adına Ankara hükümetine elçi gönderiliyor idi. Aradan üç dört ay geçtikten sonra aynı adamın Ankara'da Büyük Millet Meclisi karşısındaki meydanlıkta asılmış cesedini gördüm. Kurnaz bir İngiliz casusu olan bu Hintliye hiç acımadım. Sözün sırası gelmiş iken Mustafa Sağîr'den birazcık bahsetmek isterim. Çünkü İstiklâl Marşı şairinin bu hain İngiliz casusunun içyüzünü
  • Faik Eryaşaralıntı yaptı5 yıl önce
    Çünkü İstiklâl Marşı şairinin bu hain İngiliz casusunun içyüzünü keşfetmekte çok büyük rolü olmuştur. Rol değil, Mustafa Sağîr'i suç üzeri babam yakalamış, Atatürk'ün doğrudan doğruya hayatı ile alâkadar olan teşkilatlı bir suikaste mâni olabilmiştir. Bittabi Mustafa Sağîr kendisine Hindistan'ın Ankara Hükûmeti'ni alkışlayan bir ferdi, âlemi İslâm'ın bir âzası, bir sefiri süsü veriyor idi. Babam da eskiden beri Türkiye'de İttihadı İslâm teşkilâtına çalışan, hitap eden bir mütefekkir tanındığı için Mustafa Sağîr ile samimiyet peyda etmiş, içyüzünü henüz bilmediği bu İngiliz casusunu kaç defalar Tacettin Mahallesi'ndeki evimize davet etmişti. Bu arkadaşlıktan kendi hesabına faydalanmayı düşünen Hintli casus yeni yeni düzelmekte olan muhabere işlerinde babamın adresiyle mektuplaşmayı daha münasip bulmuş, Mehmet Âkif vasıtasıyla muhabereye başlamıştı.

    Lâkin Mustafa Sağîr namile Hindistan'dan, İstanbul'dan, hattâ Mısır'dan babamın adresine o kadar çok mektuplar koca koca zarflar geliyordu ki, peder şüphelenmeğe başladı. Hiç unutmam, İstanbul'dan Mustafa Sağîr'e gelen büyük bir zarfın bir ucu kazara yırtıldı. Zarfın muntazaman katlanmış sahifelerce muhteviyatı gözüküyordu. İkimizin de nazarı dikkatini çeken şey mazrufun yazıdan âri olması oldu. Babam artık dayanamadı. Zarfı yırtarak açtı. Satırsız büyük eseri cedit kâğıtları bomboştu. Yalnız bu kâğıtları katlayan bir tabakada üç dört satırlık bir yazı vardı. İstanbul'da havaların yağmurlu gittiğinden bahsediyor, Mustafa Sağîr'e muvaffakiyetler temenni ediliyordu. Bilâhare diğer sahifeler tahlil edildi.

    Bu gibi hallerde istimal edilen kimyevi mürekkeple yazıldığı anlaşıldı. Mustafa Sağîr, sağîr değil kebir bir hain olmasının cezasını hayatı ile ödedi, darağacında can verdi.

    Bahri Cedit İnebolu'ya ancak Mustafa Sağîr'i indirebilmişti. Zaten bu adamcağız hayatına kıymet veren bir insan değildi, çıkan deniz onu korkutmuyor, onun görecek pek mühim işleri vardı. Hakikaten boğulmadı. Lâkin Hakk'ın Ankara'da boynuna geçirdiği ilmik küstah hayatına acı bir hatime çekti.
fb2epub
Dosyalarınızı sürükleyin ve bırakın (bir kerede en fazla 5 tane)