Yirmi yıl süren çılgın bir tarih boyunca, bütün benim yaşımdaki insanlar gibi, çağın karışıklıklarında, çaresizcesine yitirilmiş olarak, günümüzde yazmanın bir şeref olduğu, çünkü bunun insanı zorunlu kıldığı, ve salt yazmakla yetinmeye zorladığı gibi —pek de iyi tanımlanamayacak — bir duygu ile destek buldum. Bu duygu özellikle, benimle aynı tarihi yaşayanlarla birlikte paylaştığımız ümit ve ümitsizliği, olduğum gibi ve kuvvetim ölçüsünde taşımaya zorluyordu beni. Birinci dünya savaşı başlarında doğan, hitlerin iktidara geçtiği ve aynı zamanda ihtilâl mahkemelerinin kurulduğu sırada yirmi yaşında olan, daha sonra eğitimlerini İspanya savaşı, İkinci dünya savaşı, ölüm kampları evreni, işkence ve ceza evleri Avrupası ile karşı karşıya kalarak tamamlayan bu insanlar, bugün de, yapıtlarını ve oğullarını, nükleer savaşın korkuttuğu bir dünyada yetiştirmek zorundadırlar.