Şimdiye dek başucu noktasında duran güneş batıya yöneldi, dayanılmaz bir sıcaklık yaymaya başladı. Boğucu hava acı verici bir karabasan gibi gelip geçti. Eski konağın geniş avlusunda her şey uyanıp canlandı. Bembeyaz akasyalardan yoğun, taptaze, güzel bir koku esmeye başladı. Üzüm salkımlarının çiçeklerinden ağırlaşmış asmaların dolayında altın renkli arılar neşeyle vızıldaşıyor, yaşlı ceviz ağacının yapraklarıyla sessizce fısıldaşıyordu. Küçük bahçenin alçacık çitinde ise gülümseyen kırmızı güller, sıkılgan ve utangaç olarak dikiliyordu. Şimdiye dek muzır otlar arasına saklanmış olan tavuklar, yerden bitercesine, avluya akın ediyordu. Uzun gölgeler oluşturan saçaklarda güvercinler ötüşüyor, koyun ağıllarının dikenli çitlerinde yaramaz serçeler yeniden çıkışıp çekişmeye başlıyordu. Ak başlı öküzler, oyuk, kara gözleriyle bu şen, fodul kuşlara kayıtsız ve sessizce bakıp sanki gülümsüyorlardı…
Ceviz ağacının gölgesinde, salıverilmiş siyah başörtüsü ve giysi kollarıyla, yaşlı bir kadın oturmuş, yün eğiriyordu. Yanında kocaman iki köpek yatıyordu. Zaman zaman bunlar, iri çenelerini can sıkıcı sineklere sabırla çevirip diş gösteriyorlardı. Sonra başlarını yine ön ayakları üstüne koyup saf ve sakin gözlerini yaşlı kadına dikiyorlardı.