Mehmed Kırkıncı

Alıntılar

Yüksel Özalıntı yaptı4 ay önce
Yukarıda belirttiğimiz gibi, Allahü Teâlâ dünya ve âhiret nimetlerinin birtakım sebeplerle meydana gelmesini ezelde takdir etmiş ve şarta bağlamıştır. Öyle ise onların sebepsiz meydana gelmesini arzu etmek, İlâhî kanunlara zıttır. Allah’tan herhangi bir nimeti istemenin yolu, onun sebeplerini yerine getirmektir. Hâlık-ı Zülcelâl’den çocuk istemenin yolu evlenmek, meyve istemenin yolu ağaç dikmek olduğu gibi, Cennet istemenin yolu da İlâhî emirlere uymak ve yasaklardan kaçınmaktır. Bunların hepsi Allah’ın takdiridir. Bizler, kadere iman eden kimseler olarak, bu İlâhî takdire boyun eğmek ve istediğimiz nimetlerin sebeplerine
Yüksel Özalıntı yaptı4 ay önce
Bizler, kadere iman eden kimseler olarak, bu İlâhî takdire boyun eğmek ve istediğimiz nimetlerin sebeplerine teşebbüs etmek durumundayız. Ağaç dikmeksizin meyve istemek gibi, ibâdet etmeksizin ebedî saadet beklemek de takdire karşı gelmektir ve cezası, o nimetten mahrum kalmaktır.
İşte, bizim bilhassa üzerinde duracağımız kader, insanın kendi iradesiyle ilgili olan kısımdır. İkinci kısım olan ve insan iradesi dışında meydana gelen kaderin ise sebepleri insanlarca bilinmemektedir. Akıl mahlûktur, Hâlık’ını (yaratıcısını) ihata edemez kaidesince, insan aklı kaderin bu ikinci kısmına ait hikmet ve sırlara vâkıf olamaz. Bir insanın erkek veya kadın olması, dünyaya geldiği asır ve belde, ömür süreceği müddet, anne ve babasının kim olacağı gibi hususlar bu kısma misâl olarak verilebilir. Bu ve benzeri meselelerdeki İlâhî takdirin sırrını anlamaya zorlanmak insanı helâke götürür. Bu sırlar âhirette, adalet gününde bütün incelikleriyle görünecektir. İşte Peygamber Efendimizin (s.a.v.), “Kader husûsunda konuşmayın, zira kader, Allah’ın sırrıdır (sırrullah), Allah’ın sırrını fâş etmeye kalkmayın.”[3]
Hadîs-i Şerîfleriyle bizi uğraşmaktan men ettiği kader bu kısımdır. Yoksa, kaderin birinci kısmı üzerinde akaid âlimleri büyük mesai sarfetmişler ve eserler yazmışlardır.
[3]. Alâaddin Aliyyü’l-Müttakî İbn-i Hüsâmeddin el-Hindi, Kenzü’l-Ummâl, 1:132.
Yüksel Özalıntı yaptı4 ay önce
Akl-ı selim sahibi her mü’min bu noktada şöyle düşünmektedir:
Arıyı bal yapabilecek, ipek böceğini de ipek dokuyabilecek istidatda yaratan Hâlık-ı Hakîm, insanı da hayırlı işler yapabilecek fıtratta halketmiştir. Dolayısıyla, insanda görülen bütün iyilik ve güzellikler Cenâb-ı Hakk’ın insana o istidadı lütfetmesinin neticesidir. O halde, arı balıyla, ipek böceği de ipeği ile iftihar edemeyeceği gibi, insan da kendi kemâliyle gururlanamaz.
Böyle düşünen bir mü’min hem gururdan kurtulur, hem de güzelliklerine bir güzellik daha katmış olur.
Evet, insan işlediği güzel amellerle iftihar edemez ve gururlanamaz.
Zira:
Hasenatı isteyen, iktiza eden Rahmet-i İlâhiyye ve icad eden Kudret-i Rabbaniyye’dir. Sual ve cevap, dâi ve sebep ikisi de Hak’tandır.[4]
Bu hakikati bir misâl ile açıklayalım: Cenâb-ı Hak, nar elde etmemizin yolunu nar ağacı yetiştirmek şeklinde takdir etmiştir. Burada nar ağacı sual, nar ise cevap makamındadır; ikisini de yaratan Hak Teâlâ Hazretleri’dir. Aynı şekilde, O Hakîm-i Ezelî bizlere Kur’ân-ı Kerîm’inde bir takım ibâdetleri yapmamızı emretmiş
fb2epub
Dosyalarınızı sürükleyin ve bırakın (bir kerede en fazla 5 tane)