Zaman… O acımasız “zaman”ın elime tutuşturduğu minik teybimle sokaklarımızı gereken, üç yaşından belki de on üç yaşına kadar, kızlı erkekli Kürt çocuklarının çemberine sıkışmış, kafile halinde yürüyorduk. Onların, adım başı, “Okey good!”, “Good, okey!”, “Mani!”, “Mark!”, “Dolar!” sözcükleriyle kimi zaman gülerek, kimi zaman burunlarını çekerek bana seslenmeleri, “isot”tan da öte, tuhaf bir burukluğa dönüşüyordu yüreğimde.