Karşıdan engelli kadını izlemeye başladı. Bir yandan da düşünüyordu. Türkiye gibi bir ülkede kadın olmanın zorluğunu düşünüyordu.
Ama hayır, aslında İslam ülkelerinde kadın olmanın zorluğunu düşünmeye başladı. Kadını horlayan din adamları, kadını aşağılayan kocalar, kayınvalideler… Tarlada, bağda, bahçede çalışan, evde anne ve eş olarak hizmet eden kadının çalışan insanlar gibi 08.00 „de başlayıp akşam 17.00‟de biten sekiz saatlik bir mesaisi yoktu. Kadın resmen köle gibi kullanılıyordu. Devlet, kadın haklarını görmezden geliyor, kadının haklarını koruyacak yasalar çıkarılmış olsa da hâlâ yetersiz olduğunu düşünüyordu. Üstelik kadın engelli olunca…
İslam dünyasında kadın gülemez! Kadın dişiliğini kocasına gösterecek, çocuk doğuracak, ev işleriyle uğraşacak, tarlada ve bahçede çalışacak. Kadına gülmek yasak! Kadın ağlamak, itilmek ve kakılmak için yaratılmış!
Ama bu kadın bilinen bu gerçekleri ters yüz edercesine, kendini âlim sıfatıyla adlandırıp kadınların aşağılanmasına neden olan din adamlarının, maçoların, insan kılığına bürünmüş erkeklerin yüzüne tükürürcesine ve onların kafasına o tahta bacağıyla vururcasına gülümsüyordu. Evet, yüzünde hayatın derin acıları olmasına rağmen yüzü gülüyordu. Bu şartlar altında bile yüzünün gülmesi Türk kadınının ne kadar güçlü olduğunu göstermeye yetiyordu. Yüzündeki tebessüm, onun gücüne güç katıyordu.