«Bir göz müptelasıydı o. Karşısına çıkan her bir göze, hep en baştan, yeniden, ilk kez ve son kez bakıyordu. Bir gözde en fazla bir bulut geçişi kalıyor, yağmur yağınca kaçıp gidiyordu.. Yağmur yağana dek, gözün tek baktığı olmayı biliyor, o gözün arkasını görüyor, ötesine geçiyor, ama o göz, teninden içeri girmesin, rengi kalbine akmasın diye yol yakınken kaçıyordu. Konakladığı her gözde kendinden bir iz, bir söz, bir giz bırakıyordu. Dönüp ardına bakmadan çekip giderken, o gözlerden süzülüp peşine düşen damlalar ayaklarına dolanıyordu. Pabuçlarına bulaşan yaşları sürüklü-yordu çoğu kez evine; gözyaşları nasıl da yapışkan, nasıl da yoğun ve ağırdı. (…)"