bookmate game
Sabri Kaliç

Tarihimizdeki Garip Olaylar

Kitap eklendiğinde bana bildir
Bu kitabı okumak için Bookmate’e EPUB ya da FB2 dosyası yükleyin. Bir kitabı nasıl yüklerim?
  • Faik Eryaşaralıntı yaptı4 yıl önce
    KOLERA MADALYASI

    Kolera Madalyası, 1865 yılında dönemin sultanı Abdülaziz tarafından çıkarılan ve İstanbul, Suriye ve Kuzey Irak’taki kolera salgınlarının önüne geçilmesi için yararlılık gösterenlere verilmek üzere tasarlanmış bir madalyaydı. Tasarımını dönemin ünlü oymacısı Abdülfettah Efendi’nin yaptığı madalyanın ön yüzünde bir güneş kursuna benzetilmiş Abdülaziz portresinden ışınlar saçılmakta, arka yüzünde ise Osmanlı Devleti’ni simgeleyen büyük bir ağaca şimşekler düşmekteydi.
  • Faik Eryaşaralıntı yaptı4 yıl önce
    DEVLET KUMARHANESİ : ENCÜMEN-İ ÜLFET

    1870 yılında Maliye Bakanı Mısırlı Prens Mustafa Paşa tarafından, Çemberlitaş’taki Asım Paşa Konağı’nda açılan ‘Encümen-i Ülfet’ (Dostluk Derneği) Türkiye’deki ilk kumar kulübüydü. Yalnızca yüksek rütbeli memurların girebildiği bu kumarhanede, oyun salonları dışında, okuma ve sohbet odaları da bulunmaktaydı. Sadrazam Mahmut Paşa kulüpte kumar dışında bir etkinlik olmadığını öğrenince, salonu kapattırdı.
  • Faik Eryaşaralıntı yaptı4 yıl önce
    minarelerden yüksek sesle “Ahkaf Suresi” okunmasını emretmişti; bunun üzerine halk dehşet içinde kaldı. Ramazan bayramında ise, bayramlaşmak münasebetiyle halkın birbiriyle teması arttığından, hastalık tüyler ürpertici bir hal aldı. Bayramın ertesi ölümler günde 3000 kişiye kadar çıktı; ulemadan bir kısmı padişaha müracaat ederek: “Ahkaf suresi Âd Kavmi’nin helâk olacağını haber verir, böyle günlerde okunması hiç uygun değildir” dediler. Emir geri alındı, hatta geri alınmakla da kalınmayarak, evlerde bile Kur’an okunurken bu surenin okunmaması emredildi.

    Yine bu 1227 (Hicri 1812) Ramazanı’nda geceleri bekçilerin davul çalması, mâni ve türkü okuması, kahvehanelerde tavla, dama ve satranç vesair oyunlar oynanması, meddahların hikâye anlatması yasak edilmiştir.
  • Faik Eryaşaralıntı yaptı4 yıl önce
    İSTANBUL’DA VEBA SALGINI

    Ortaçağ’da Avrupa’yı kasıp kavuran ve o zamanki Avrupa nüfusunun 1/3’ünü öldüren veba dönem dönem Osmanlı’nın da başına bela olmuştu. Bu veba salgınlarından en vahimi ise 1812 yılında yaşanan ve dönemin İstanbul’unda tam bir dehşet havası estiren salgındı.

    Hastalık büyük şehirde o kadar korkunç bir hal almıştı ki, padişahın emri ile sur kapılarına konulan gizli memurlar bir günde her kapıdan 50-60 ila 300 arasında cenaze çıktığını tespit etmişlerdi, üstelik bu rakamlara şehir içinde gömülenler dahil değildi. Zamanın gümrük emini tarafından düzenlenen bir resmi belgeye göre, bir buçuk ay içinde İstanbul’da her gün 850-900 kişi ölmüş, Ramazan ayında ise ölü sayısı 1200’e kadar çıkmıştı. Hastalığın en şiddetli hüküm sürdüğü semtler bilhassa ayak takımının, bekâr uşaklarının kalabalık olduğu Tahtakale, Yemiş’den Bahçekapı’ya kadar olan sahil parçası, Galata ve Üsküdar’dı; çünkü buralardaki bekâr odaları birer pislik yuvası halindeydi. Aslında, aynı zamanda birer günah ve haşarat yatağı olduğundan, hükümet ilk tedbir olarak bu bekâr odalarının yıktırılmasını emretti. Odalar bir gün içinde yıkıldı. Bu işle görevlendirilenler tüyler ürpertici manzaralarla karşılaştılar: Ölenlerin çoğu ayakdaşları tarafından sokaklarda yıkanıp birer tahta parçası üzerine konularak götürülüyordu. Yıkılan odalarda unutulmuş, kokuşmuş yüzlerce ölü bulundu. Bunların arasında da birçok uygunsuz gençler, fahişeler, bu fahişelerin beşikte çocukları görüldü. Bahçekapısı’nda bir sokak vardı ki, şehrin gerçek anlamda bir batakhanesi idi ve halk ağzında “Melekgirmez Sokağı” denilirdi ki, bu müthiş vebadan sonra devrin padişahı II. Mahmut bu sokakta bir cami yaptırmış, adını da “Hidayet Camii” koymuştu.

    Salgın sırasında padişah Beşiktaş sarayında bulunuyordu, ikindi namazlarına Ayasofya’ya gelirdi. Padişahlar kadın cenazesinde namaza durmazlardı, hocalar tarafından “hastalığın giderilmesine sebeptir” diye rica olundu, Sultan Mahmut üç dört defa Ayasofya’da cenaze namazı kıldı ki bir seferinde 19 erkek, 8 kadın ve 11 kız ve oğlan olmak üzere 38 cenazenin namazı kılınmıştı. Yakınlarından bazı kimselerin tavsiyesi ile hastalığın giderilmesi için, Sultan Mahmut yatsı namazından sonra minarel
  • Faik Eryaşaralıntı yaptı4 yıl önce
    KADINLARDAN VE MÜZİKTEN
    NEFRET EDEN PADİŞAH

    III. Osman tarihimizde kadından nefreti ile tanınmış bir padişahtır. Sarayda dolaşırken cariyelerle karşılaşmak istemediği için ayakkabılarının altına demir kabaralar taktırmıştı. Kabaralardan çıkan sesi duyan cariyeler padişahın geldiğini öğrenip yoldan çekiliyorlardı. Bu padişah müzikten de nefret ettiği için, bütün müzisyenleri saraydan uzaklaştırmıştır.
  • Faik Eryaşaralıntı yaptı4 yıl önce
    ARABA YASAĞI

    17. yüzyıl ortalarında, 1647 yılında da, bir sinir hastası olan Sultan İbrahim, İstanbul şehrinin içine gündüzleri araba girmesini yasak etmişti. Bir gün Davutpaşa’daki bir üfürükçü hocaya okunmaya giderken yolda bir arabaya rastladı. Son derece sinirlendi ve bu basit zabıta olayından sadrazamı sorumlu tuttu. Sadrazam Boşnak Salih Paşa’yı (ki değerli, namuslu bir vezir olarak bilinirdi) gittiği üfürükçünün evine çağırttı ve hazırda başka ip bulunamayınca, koca sadrazamı gözünün önünde bir kuyu ipi ile boğdurttu.

    Tarihçi İsmail Hakkı Uzunçarşılı ise Vecihî Tarihi’ne yaptığı bir atıfla, Boşnak Salih Paşa’nın aslında padişahın tahttan indirilmesi konusunda çalışmalar yaptığı ve durumun Şeyhülislam Abdürrahim Efendi tarafından Valide Sultan’a bildirilmesi sonucu öldürüldüğünü, araba yasağı ihlalinin basit bir bahane olduğunu öne sürmektedir.

    ATEŞTEN DİLEKÇE

    17. yüzyılın ikinci yarısında, görülen haksızlık ve zulümden bizzat padişaha şikâyet edebilmek için, huzura çıkamayanlar son bir çareye başvurmuşlardı. Padişahın sahil saraylarından birinde pencere önünde oturması gözlenir ve hemen bir kayık ile denize açılarak, içinde saman, talaş, hasır parçaları veya ziftli paçavralar bulunan bir kap baş üstüne konulup tutuşturulurdu. Bu “Padişahım, her taraftan gördüğüm haksızlık ve zulüm ile artık başımda ateş yanıyor. Son ümidim sendedir, sana sığınıyorum, fakat beni senin yanına sokmuyorlar!” demekti. Bunu gören padişah derhal şikâyetçiyi huzuruna getirtir, derdini dinleyerek gereken emirleri verirdi. Ateşten dilekçelerin en parlak örneği Naima Tarihi’nin dördüncü cildinde 1648 yılı için anlatılmaktadır:

    “Yedi tane İngiliz tüccar kalyonu Galata önünde derya ortasında ak bayraklar çekip bütün mürettebatı güverte üzerine dizilir, başlarında birer bakraç zift yakıp bağrışmağa başlarlar. Derhal saraydan adam gönderilip durum öğrenilir. Gemideki mallardan önce ticari anlaşmalarla belirlenen % 3 yerine % 6 gümrük vergisi alınmış, sonra da satın alınan takriben 15.000 kuruşluk mallarının bedeli ödenmediği gibi, gemi kaptanlarına limanı derhal terk etmeleri emredilmiş… ‘Bu mezalim üzerimizden kaldırılsın, yoksa gemi‍
  • Faik Eryaşaralıntı yaptı4 yıl önce
    AT EVLİYASI

    Tarihimizde Genç Osman adıyla da anılan II. Osman atı ‘Sisli Kır’ı o kadar çok severdi ki atı öldüğü zaman düzenlenen bir cenaze töreninin ardından Üsküdar’daki saray bahçesine gömülmüş ve başucuna da bir kitabe dikilmişti. Üsküdar’daki sarayın yıkılıp yerine Selimiye Kışlası ve camiinin yapılması sırasında atın mezarı da ortada bir yerde kalmıştı. Bu dönemde halk bu mezardan “At Evliyası” olarak söz etmeye başladı ve hastalanan atlar şifa bulsunlar diye bu mezara getirilmeye başlandı. Hasta atını buraya getiren sahibi atını mezarın çevresinde üç tur dolaştırıyor ve edilen duaların ardından atın iyileşeceği umuluyordu. Sonunda durum kontrolden çıkmaya başlayınca müze yetkilileri duruma el koydular ve bu değerli kitabeyi İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne koyup mezarı da oradan kaldırdılar ve “At Evliyası” efsanesi böylece sona ermiş oldu. Boyu 96 cm. eni 72 cm. olan bu mezar taşının kitabesinde şu dörtlük yazılıdır:

    Zılli Hak Hazreti Osman Hânın

    (Hakkın koruyucusu Hazreti Osman Han’ın)

    Sislikır nâm atı öğülmüştür

    (Sisli Kır adındaki atı övülmüştür)

    Emr-i Yezdan ile mevt irişicek

    (Tanrı’nın emri ile ölüm erişince de)

    Bu mekan içre o gömülmüştür

    (Bu mekan içine o gömülmüştür)

    Sene 1028 (Miladi: 1619)

    LANETLİ 65. ORTA

    Padişah Genç Osman’ı öldürenler, yeniçeri ocağının 65. ortasından idiler. İhtilâlden sonra bu orta (tabur) kaldırılmış olup, her ulufe dağıtımında sıra bu ortaya gelince, adı üç defa okunur, hiç ses verilmez ve üçüncü okunuşta yeniçeri başçavuşu: “Yoktur… ” diye seslenir, bunun üzerine ikinci avluyu doldurmuş olan yeniçeriler, hep bir ağızdan: “Yok olsun…” diye karşılık verirlerdi.

    EN HAYIRLI AÇIK ARTTIRMA

    Sultan IV. Murat kızı Kaya Esmehan Sultan’ı Melek Ahmet Paşa’yla evlendirir. Hanım Sultan ve eşi Melek Ahmet Paşa Boğaziçi’nde, Kuzguncuk’ta otururlar. Her yıl tekrarladıkları bir âdetleri vardır. Konaktaki fazla eşyayı her Ramazan kendi kapı halkına haraç-mezat satmak! Bu garip mezada katılanlar pek sevinirlerdi. Aldıkları eşyaya karşı vereceklerini seve seve edaya çalışırlardı. Belli günde mezatçı bağırır: “Bir altın sahan! Haydi bir kapaklı, altın sahan. Yok mu talibi?”

    - Kaça? Kaça?

    - Bir yetim okutmaya. Hadi bir yetim okutmak isteyen yok mu? İki yetim... Üç yetim...

    Arttırma başlar. En fazla ödeyen talibine “altın sahan” verilirdi. Mezat‍
  • Faik Eryaşaralıntı yaptı4 yıl önce
    GAZİ KOÇ

    16. yüzyıl sonlarında Almanlar, Macaristan’daki Sobotska kalemizi kuşattılar. Bu kuşatma bir Kurban Bayramı arifesine rastlamıştı. Kalenin muhafızları bayramda kesmek için gayet büyük bir koç beslemişlerdi; kendilerine imdat gelmeyeceğini anlayan 100 kadar muhafız atlarına bindiler ve kaleden yalınkılıç çıkarak düşmanın kuşatma hatlarını yardılar ve kurtuldular. Bu çıkış hücumuna kaledeki koç da katılmış ve boynuzlarıyla iki Alman askeri öldürerek, atlılarla beraber Budin’e kadar gelmişti. Askerler adını “Gazi Koç” koydular ve Kurban Bayramı’nda Budin’de kestiler.
  • Faik Eryaşaralıntı yaptı4 yıl önce
    SUMATRA’DAKİ TÜRK ÇANI

    Sumatra adasındaki en büyük kilisenin çanı eski bir Türk topundan yapılmıştır ve üzerinde II. Selim’in tuğrası vardır. 1570 yılında Sumatra’dan gelen bir istek üzerine oraya gönderilen silahlar arasında Açe elçisinin II. Selim’e hediye olarak verdiği bir torba Sumatra biberine ithafen, ‘lada seçupak’ (bir torba biber) adlı dev top da bulunmaktaydı. Bu top 16’ıncı asırda Sumatra Müslümanlarına yardım için İstanbul’dan gönderilen Türk döküm ustaları tarafından orada dökülmüş, üzerine de bu ada Müslümanlarının Osmanlı’ya tabiiyetinin alâmeti olarak bu padişahın tuğrası konmuştu.
  • Faik Eryaşaralıntı yaptı4 yıl önce
    İNTİHAR EDEN VEZİR PAŞA

    İstanbul’da Yenibahçe civarında Mimar Sinan eseri olan Hüsrev Paşa Türbesi, Türk yapı sanatının çok güzel eserlerinden biridir. Türbede yatan Hüsrev Paşa, Kanunî devrinde kubbe vezirliği yapmış, ağırbaşlı ve haysiyet sahibi bir kişiymiş. Divanda Sadrazam Süleyman Paşa ile birbirlerine hançer sıyırmaya kadar varan şiddetli bir tartışma yüzünden azledilince kendisini derin bir üzüntüye kaptırmış. Sarayına kapanarak bir açlık grevine başlamış ve sonunda da ölmüştür. Hüsrev Paşa, Osmanlı tarihi boyunca bu suretle intihar eden tek simadır.
fb2epub
Dosyalarınızı sürükleyin ve bırakın (bir kerede en fazla 5 tane)