Kürt Sorunu, bugün ortaya çıkmış değil, modern anlamda yüz yıllık bir meseledir. Osmanlı'nın çöküş yıllarında devletin uçmakta olan çatısını kurtarmak için önce Pan-Osmanlıcılık, ardından Pan-İslamcılık politikaları uygulanmış, Cumhuriyet öncesi dönemde ise İttihat Terakki Pan-Türkçülük (ve/veya Turancılık) politikalarını devreye sokmuştur. Bütün farklılıkları teke indirgemeye çalışan bu zihniyet, Osmanlı'nın çöküşünü engellemediği gibi Cumhuriyet'e de sorunlu bir miras bırakmıştır. Bu miras mucibince uzunca bir dönem Kürtler Türkleştirilmeye, Aleviler Sünnileştirilmeye, Sünniler ise laiklik bir sopa gibi kullanılarak terbiye edilmeye çalışılırken, gayrimüslimler de sürülerek bir Türk-Müslüman burjuvazi yaratılmaya çalışılmıştır.
Milli Mücadele döneminde Kürtler hem kendi mevzilerinde (Maraş'ta, Urfa'da, Antep'te) işgale karşı kahramanca direnmiş, hem de Çanakkale başta olmak üzere batıdaki savaş cephelerinde yer almışlardır. Bu süreçte Kürtlerin varlığı her daim dile getirilmiş, Büyük Millet Meclisi'nde kendi kimlikleri ile yer almış, kendilerine muhtariyet sözü verilmiş, bu durum birçok yetkilinin söyleminde ve resmi belgede yer almıştır. Savaş bitip de cumhuriyet kurulduktan sonra bu sözlerin hiçbiri yerine getirilmediği gibi, inkâr ve asimilasyon politikalarına başvurulmuştur. Bunun üzerine Kürtler isyan etmiştir. Şeyh Said ve Ağrı bu isyanlardan en önemlisidir. Bu iki isyan da bastırılmış, sıra Dersim'e gelmiştir. Dersimliler yapılan operasyona Seyyid Rıza'nın önderliğinde direnmişlerdir. Bu direniş de kanlı bir biçimde bastırıldıktan sonra 1960'lı yıllara kadar Kürtler sindirilerek Kürt Meselesi adeta derin dondurucuya konulmuştur. 1968 gençlik hareketleriyle tekrar su yüzüne çıkan bu sorun, inişli çıkışlı bir seyir izleyerek, PKK'nın ortaya çıkmasıyla şiddetlenerek günümüze kadar gelmiştir.