Sol-sağ ayrımında elbette ki çeşitli evreler yaşanmıştır. Başlangıçta sol, burjuva liberal ve anayasal kurumlar lehine monarşik, mutlakiyetçi ve aristokratik yönetimleri alt etmek için mücadele etti. Dolayısıyla bu, ılımlı bir soldu, fakat aynı zamanda kitleleri kendi siyasal hedefleri doğrultusunda harekete geçirme arzusu içerisindeydi. Sol, ortaya çıktığından bu yana, devrimci olmaya teşne bir nitelik sergilemiştir. İngiltere’deki Whig’leri alın mesela. Whig’ler, diğer aristokratlardan çok orta sınıf radikallerle ittifaka girerek liberal bir parti oluşturdular. Güçlü Whig’ler (dükler ve malikâne sahipleri), Fransız Devrimi sırasında Kanal’ın ötesindeki o kalkışmaları destekledi, tıpkı Napoleon’a sempati duydukları zaman yaptıkları gibi. On dokuzuncu yüzyılın büyük bölümünde bu bölünme, değişim yanlısı bir parti ile istikrar yanlısı bir parti, daha spesifik söylersek, ilerleme yanlısı bir parti ile düzen yanlısı bir parti arasındaki bölünme şeklinde vuku buldu. Sol, değişimden yanaydı, siyasal ve toplumsal dönüşümleri destekliyordu. Gerçekte bugün hâlâ bu terminolojiyi kullanıyoruz: soldaki insanlar gene kendilerine “ilerici” demeye devam ediyorlar.