Yavuz Bahadıroğlu

Yıldırım Bayezid

Kitap eklendiğinde bana bildir
Bu kitabı okumak için Bookmate’e EPUB ya da FB2 dosyası yükleyin. Bir kitabı nasıl yüklerim?
Yıldırım Bayezid, bu lakabını, ömrünün son demlerine kadar hakkıyla taşıyan bir aksiyon insanıdır. Tahta oturduğu ilk günlerden itibaren, kendisini, çetin mücadelelerin içinde bulmuştur. Fakat hiçbir zaman üstüne gelen bu belalardan kaçmamış, korkmamış ve telaşa kapılmamıştır. Niğbolu'da Haçlılara karşı yürürken de, Ankara'da Timur'un ordusunu göğüslerken de Bayezid Han, geri adım atmamıştır. Etiyle, kemiğiyle cesaret dolu gençler yetiştirmek ve korkuyla yönetilmeye çalışılan bir milletin bahtını daha büyük ufuklara taşımak için bu kitap mutlaka okunmalıdır.
Bu kitap şu anda mevcut değil
101 yazdırılmış sayfalar
Bunu zaten okudunuz mu? Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?
👍👎

Alıntılar

  • Faik Eryaşaralıntı yaptı6 yıl önce
    Ayrıca kumandanlarından Turhan Bey’i göndererek Bizans’ın Karadeniz Kıyısı’nda bulunan kasabalarını tahrip ettirdi.
  • Faik Eryaşaralıntı yaptı6 yıl önce
    Osmanlı, suyun her çeşidini “abdest suyu” saydığından, derin bir ibadet aşkı ve engin bir sevgiyle suya el atmış “Su gibi aziz ol” atasözünde de suyu azizleştirmiştir. Osmanlı’nın, ötelerin ötesini de gören nazarında su, sadece maddî temizliğin malzemesi değil, manevî temizliğin de baş tacıdır.

    Bir zamanlar Garb Dünyası, “Ruhunu şeytana teslim ettiği” gerekçesiyle ruhunda tahayyül ettiği şeytanla birlikte akıl hastalarını cayır cayır yakarken Osmanlı, vakıf hastanelerinde yedi dağın otlarından, köklerinden yapılmış ilaçların yanı sıra, musiki ile akıl hastalarının tedaviye çalışıyordu. Hemen her akıl hastanesinin muazzam bir fıskiyeli havuzu olmasını, sadece bahçeyi güzelleştirme endişesiyle izah etmek mümkün olmasa gerektir.

    Osmanlı su sesindeki musikiyi daha o günlerde keşfetmiş, hastaların fırtınalı iç dünyalarını suyun dinlendirici nağmelerinde sükûnete kavuşturma sırrına ulaşmıştır.

    O günün camilerinde, saraylarında, konaklarında, hanlarında, hamamlarında, çeşmelerinde; kısacası şehirlerin göbeğinden sarp dağların insana müştak tepelerine kadar, memleketin her köşe-bucağında gece ve gündüz tatlı mırıltılarla ilahi söyleyen suların her çeşidi, bir “âb-ı hayat” muamelesi görmüş; su konaklarda, saraylarda yapılan gizli görüşmeleri şırıltılarıyla perdelerken bir yandan hasta ruhlara şifa dağıtmış, öte yandan ibadet için gerekli temizliği sağlamıştır. Yağmura “rahmet” denmesinin hikmeti de suya verilen ehemmiyette aransa gerektir.

    Dağ başında kurulu bir kervansarayın avlusunda bulunan çeşmeyi düşünün ki vakfiyesine suyun daima soğuk akacağı şartı konulmuştur. Bunu temini için kervansarayın bütün geliri çeşmeye vakfedilmiş, iki vazifelinin iki merkeple yaz ve kış, karı bitmeyen, uzakça bir dağdan çeşmeye kar taşımaları hükmü getirilmiştir. Burada suya verilen değerin temelinde yatan sırrın, insana değer verilmesi olduğunu görmemek kabil midir? Osmanlı’nın nazarında insan “ekmel-i mahlûkat” olmakla, yaratıkların halifesidir, bu bakımdan her şeyin iyisine layıktır.

    O, sıcak günde, sıcak su değil, soğuk su içmelidir ve bir yandan suyu Yaratana şükrederken hayrat sahibine de bir “Fâtiha” ihsan etmelidir. Böylece hayrat sahibi, ölümünden bile dirilere hizmet ederken diriler rahmetleriyle ölülere hizmet etmektedir. Yalnız hayatta bulunanların değil, ölülerle dirilerin bile vakıf müessesesi ve hayrat vasıtasıyla birbirlerine yardımcı oldukları bir başka sistemi, Osmanlı tarihi dışında hiçbir tarih kaydetmemiştir
  • Faik Eryaşaralıntı yaptı6 yıl önce
    Yıldırım’ın planı gayet basitti. Zaten girift işlerden hazzetmezdi. Önce zayıf beyleri vuracak, Karamanoğlu, Germiyanoğlu ve kadı Burhaneddin gibi kuvvetleri sona bırakacaktı.

    Bunları hem müttefiklerden mahrum bırakıp tecrit etmek hem de morallerin bozmak istiyordu. Topladığı harp meclisinde basit planını açıklayınca Rumeli beylerbeyi Kara Timurtaş Paşa, destur dileyip mütalaa beyan etti:

    “Hünkârım, askerimiz zinde iken kuvvetlinin üstüne gitmek evla değil midir? Büyükleri yenersek, küçükler zaten kendiliklerinden teslim olurlar.”

    Fakat bu basit planın içinde, son derece ince bir hesap saklıydı. Meğer şanlı padişahın yüreği, dini bir, dili bir, kitabı bir, kıblesi bir, kanı bir olan insanların en az zararla bu badireden sıyrılmalarını arzuluyordu.

    “Bak a Paşa,” diye konuştu. “Küffar üzre gitmede değiliz, muradımız ahaliyi kırmamak, muhteris beylerinin ateşine yakmamaktır. Küçüklerin üstüne gidersek, korkup teslim olmaları mümkündür. Böylece Müslüman kanının akmasına belki mani olabiliriz.”

    “Ya diğerlerine sıra geldikte ne olacak Hünkârım, yine Müslüman kanı akmayacak mı?”

    “Yardımcı kuvvetlerden mahrum kalırsa umarız onlar da kılıcı bırakıp hizaya gelirler. Böylece yekvücut olup Kostantiniye üstüne gideriz.”

    “Kostantiniye üstüne mi? Aman Şevketlüm, Kostantiniye İmparatoru müttefikimiz iken bunu nasıl yaparız?”

    Padişahın dudaklarında bir hasret tebessümü kıvrıldı, ciğerleri o ezelî rüyanın soluğunu duydu:

    “Vakıa İmparator müttefikimizdir, lakin dostumuz ve kardeşimiz değildir.”

    Basit plan, ihtiva ettiği bütün inceliklerle birlikte harfiyen tatbik edildi. Önce Saruhan’a hücum edildi. Aslında bu hücumdan çok askerî bir tatbikata benziyordu.

    Hücumdan evvel, Yıldırım Bayezid, askerine ve kumandanlarına hitaben kısa bir konuşma yapmış, ahaliye hiçbir surette zarar verilmemesini, mümkünse hiç kan dökülmemesini tembihlemişti. Esasen Sarıhan ve Menteşe Beylikleri daha çok deniz ticaretiyle uğraştıklarından, güçlü bir kara ordusundan mahrum bulunuyorlardı.

    Ahali ise tekbir seslerini duyunca gönül rabıtasını yeniden kurmuş, bütün iftiralara cevaben gelen tekbir seslerine silahını indirmek suretiyle katılmıştı. Saruhan Beyi Hızır Şah, birkaç fedaisiyle beraber direnmeye çalıştı, ama kısa sürede kıskıvrak yakalanarak Bursa’ya sevk edildi.[18]

    Ardından şanlı ordu Aydın Beyliği’nin topraklarına girdi. Aydınoğlu İsa Bey hiç mukavemet etmeden teslim oldu. Padişahın ellerini öpüp özür beyanında bulundu.[19]

    Akabinde Menteşe Beyliği’nin üstüne gidildi. Menteşe Hakimi Mahmud Bey de teslim oldu. Kendisine yalnız Berama mevkii dirlik verildi. Özrü kabul edilerek bağışlandı.

    Asi Anadolu Beylerinin hemen hepsinin bağışlanarak ya topraklarının bir kısmında hüküm sürmelerine izin verilmesi yahut bir Osmanlı vilayetine vali tayin edilmeleri, hayli dikkat çekicidir. Yıldırım’ın bu asil ve müsamahakâr davranışı, iyi niyetinin delilidir. O Anadolu’ya toprak kazanmaktan çok, Anadolu insanını kazanmaya gitmiş, bu bakımdan, Anadolu insanını incitebilecek hareketlerden dikkatle sakınmıştır.

    Tarihçiler Germiyan, Aydın, Menteşe ve Saruhan Beyliklerinin Osmanlı Devleti’ne ilhakıyla neticelenen bu seferi, Yıldırım Bayezid’in “İlk Anadolu Seferi” sayarlar. Başarıyla tamamlanan bu harekâtın meyvesi kısmî Anadolu Birliği olmuş, üstelik stratejik ehemmiyeti haiz İzmir’in bir bölümü de alınmıştır.

Kitap raflarında

fb2epub
Dosyalarınızı sürükleyin ve bırakın (bir kerede en fazla 5 tane)