bookmate game
Alberto Manguel

Tanpınar'ın İzinde – Beş Şehir

Kitap eklendiğinde bana bildir
Bu kitabı okumak için Bookmate’e EPUB ya da FB2 dosyası yükleyin. Bir kitabı nasıl yüklerim?
  • Misir Məmmədlialıntı yaptı7 yıl önce
    Burnuna, kimi kekre kimi hafif, kimi tatlı kimi acı, kimi biber gibi keskin ve tuz gibi taneli kimi kayısı gibi tatlı ve süt gibi ılık, milyonlarca koku çarptı. Hava seslerle doluydu – ezan sesi, kırbaçların şaklaması, sokak satıcılarının feryatları, çene çalmalar ve gülüşler ve daha önce hiç duymadığı şarkılar. Yıllar sonra, ihtiyar olduğunda, Buenos Aires’teki Yahudi mahallesinde saatler ve kol saatleri sattığı dükkânının önündeki alçak taburede otururken, büyükbabam bu melodilerden bazılarını hatırlayacak ve söylemeye çalışacaktı
  • Misir Məmmədlialıntı yaptı8 yıl önce
    Hayal edilen ve daha sonra da doğru olarak anlatılanın şimdi Tarih olduğu söyleniyor. Peki, ne olduğunu daha iyi anlayabilmek için bu binlerce kayıt içinden hangisini seçeceğimizi nasıl bileceğiz? Hikâye anlatıcıları geçmişi kelimelere döker, bir ülkeye ve bir şehre ve bir halka, bizim kimlikleri olarak kabul ettiğimiz maskeler verir, ta ki yeni bir hikâye anlatıcıları kuşağı maskeleri çekip çıkartarak onların yerine başkalarını koyana ve tanıma ve onaylama çevrimi yeniden başlayana kadar.
    Biz Tarih’in bir nedenler ve sonuçlar silsilesi olduğunu ve olayların net bir kronolojik düzen içinde meydana geldiğini kabul ediyoruz. Ama ya Tarih bağımsız olaylardan, birbiriyle bağlantısı olmayan olaylardan, bizim her şeyin görünürdeki mantığıyla teselli bulmak için bir anlatı halinde dokuduğumuz olaylardan ibaretse?
  • Misir Məmmədlialıntı yaptı8 yıl önce
    1962’de, ölümünden birkaç hafta önce Tanpınar şunu yazmıştı: “Kaldı ki hayat hiçbir zaman meselesiz ve davasız olmamıştır. Zanneder misin ki Sokrat’ın veya Medicilerin devrinde, Endülüs veya Bağdat saraylarında, Selim ve Kanuni devirleri aydınlarının toplandığı Edirnekapı köşklerinde hayat meselesizdi? O zamanların adamları şiire, mimariye, resim veya heykeltraşiye, musikiye olmuş bitmiş şeyler gibi bakıyorlardı? İnsanoğlu daima bir meseleler çıkınıdır. Yaşamak her an kendimize sorduğumuz bir yığın suale cevap vermekten başka ne olabilir? Biz sormasak bile onlar kendiliklerinden bize gelirler. Fakat bugün şartlar büsbütün değiştiği için işler daha bir karıştı, daha güçleşti.”
  • Misir Məmmədlialıntı yaptı8 yıl önce
    Doğru şeyi yanlış nedenle söyleme konusunda kabiliyetli olan Erdoğan, 2014’ün sonunda okullarda yeniden Osmanlı Türkçesi okutulacağını ve eski imparatorluk günlerinde olduğu gibi öğrencilerin dillerini Osmanlıca yazıyla öğreneceklerini ilan etti.
    Bir kültürün, tarihi geçmişinin lisanını geri istemesinin yanlış bir yanı yok sanırım; İtalyanların Latince öğrenmeye, İsraillilerin de Arami dili öğrenmeye teşvik edilmeleri gibi. Ama laik Türkiye’de böyle bir önlem entelektüel merak değil, dinsel dogmatizm kokusu yayıyor.
  • Misir Məmmədlialıntı yaptı8 yıl önce
    Müze’de, Sir Leonard Woolsey’in 1952’de kazdığı sit alanında, Karkanis’ten bir alçak rölyef olarak Kral Gılgamış mevcut. Bellerinde kılıçlar taşıyan iki aslan başlı adamın iki yanını koruduğu Hayat Ağacı’nı gösteriyor. Sağ taraftaki figürün sol elinde bir orak var; sol taraftakinin ise sağ elinde çift ağızlı bir balta. Açıklayıcı etikete göre çivi yazısı şöyle diyor: “Koyun adamı olan bu heykele bir koyun sunsun. Ekmek adamı olan ekmek sunup toprağa şarap döksün. […] Ama kim ki bu heykele kötülük eder […] tanrılar ona saldırsın.” Habil’in tahılı ile Kabil’in sürülerinin eşit erdemlerini kabul ederek, alçak rölyefteki hüküm, Yehova’nın kaprisinden, dünyanın ilk kardeş katline yol açan kaprisinden daha cömert. Aynı zamanda hem eklektik hem dogmatiktir, bugün Türkiye’deki bazı politikalar gibi.
  • Misir Məmmədlialıntı yaptı8 yıl önce
    Hititler (bunu bilmiyordum) MÖ 1600 sıralarında Kuzey-orta Anadolu’da, Hattuşaş’ta bir imparatorluk kurmuş olan kadim bir Anadolu halkıydı. İmparatorlukları zirvesine MÖ 14. yüzyılın ortalarında, I. Suppiluliuma zamanında, Küçük Asya’nın büyük kısmını olduğu gibi Kuzey Akdeniz ülkeleri (Levant) ile Üst Mezopotamya’yı da içine alan bir alanı kapsadığı sırada ulaştı. MÖ 1180 civarından sonra, Bronz Çağının son yıllarında imparatorluk, bazıları MÖ sekizinci yüzyıla kadar, yani Platon’un doğumundan dört yüzyıl öncesine kadar varlığını sürdüren birkaç bağımsız şehir-devlete ayrılarak son buldu.
  • Misir Məmmədlialıntı yaptı8 yıl önce
    Bense, her şeye gücü yeten, her şeyi bilen, ama öte yandan moda (başörtüsü ve eteklerin boyu) ve gastronomi (neyi yemeli, neyi yememeli) gibi önemsiz dünyevi şeylerle ilgilenen ve O’na ilişkin aptalca şakalardan alınan bir Tanrı’ya inancı acayip buluyorum.
  • Misir Məmmədlialıntı yaptı8 yıl önce
    Bütün bunlar, siyaset ile dinin karman çorman halde iç içe dokunması, yeni değil; şehrin kurucusunun ölüm döşeğinde muazzam imparatorluğunu Kilise’ye bırakışını anlatan Constantinus bağışı efsanesine bir dönüş – Tanrı’nın yanı sıra Papa’nın da siyasi iktidarını mazur göstermek için ortaçağda yürürlüğe giren bir belge. Gerçi Bağış’ın sahte olduğu Rönesans âlimi Lorenzo Valla tarafından kanıtlandı ama Katolik Kilisesi bugüne dek devlet işlerine katılmakta ısrar etmeyi sürdürmüştür – Ortodoks Yahudiler ve bazı Müslüman liderler gibi
  • Misir Məmmədlialıntı yaptı8 yıl önce
    Şehirler mecazi kimlikler edinirler: Oyunbaz ve çocuk gibi olan şehirler vardır (Sidney, Salzburg, San Francisco), bir babalık (Hamburg, Torino, Madrid) ya da annelik hissi yaratanlar (Venedik, Lima, Krakow)… Kimileri ise hiçbir aşina imaj uyandırmaz (Taipei, Los Angeles, Tokyo). Ankara baba gibi bir şehirdir, ama belli bir otoriter mesafe koyar. Babamın, benim aksime kendini Ankara’da rahat hissedeceğini hayal ediyorum.
  • Misir Məmmədlialıntı yaptı8 yıl önce
    Ankara’nın olağanüstü özelliklerini göstermedeki bu isteksizliğinin de belli bir evrensel niteliği vardır. Ankara’da gezinirken nerede olduğunuzu hiç bilmezsiniz: Çankaya Buenos Aires’teki bir alışveriş semti olabilir; Tunalı civarı Manhattan’ın üst doğu yanını andırır; şehir merkezine doğru indikçe Ulus insana Paris’in Gare du Nord’unun arkasındaki telaşı hatırlatır; köyümsü canlı Kızılay, Berlin’deki sakin, iki yanı ağaçlı Kreuzberg’i getirir akla. Ama daha derinden bakmaya, daha yavaş yürümeye başladığınızda (yürümenin mümkün olduğu yerlerde, çünkü Ankara’nın öyle büyük bölümü arabalar tarafından devralınmış ki), bir kafede oturup insanları gözlediğinizde, Ankara kendini başka bir şey olarak ortaya koyar. Ankara’nın ayırt edici özellik eksikliği, kendi içinde ayırt edici bir hal alır.
fb2epub
Dosyalarınızı sürükleyin ve bırakın (bir kerede en fazla 5 tane)